TÜLBETİN NAMUSU !.
Tülbent ülkemizde geleneksel olarak hem başörtüsü olarak hem de dini ve kültürel tercihlere bağlı olarak takılır. Özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kadınların başlarını örtmek için kullandıkları, kenarları el emeği göz nuru oya veya

Dr. İmbat Muğlu
-Tülbent ülkemizde geleneksel olarak hem başörtüsü olarak hem de dini ve kültürel tercihlere bağlı olarak takılır. Özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde kadınların başlarını örtmek için kullandıkları, kenarları el emeği göz nuru oya veya dantel ile süslenmiş tülbentler çok yaygındır.
Tülbent günümüzde sadece bir başörtüsü veya dini bir simge değil, aynı zamanda modanın da bir parçası haline geldi. Dünyanın en tanınmış ve köklü medeniyetlerine ev sahipliği yapmış olan Anadolu’nun ve Mezopotamya’nın kadim halklarından biri olan Kürtler, yüzyıllardır taşıdıkları kültürel mirası; kıyafetlerinden müziklerine, geleneklerinden duygusal sembollerine kadar yaşamın her alanına yansıtır. Bu mirasın en zarif ve anlamlı parçalarından biri ise hiç şüphesiz tülbenttir. Kürt kadınlarının başında bir süs, kalbinde bir sembol olan tülbent; sadece bir örtü ya da başörtüsü olmanın ötesinde kimliği, sosyal statüyü, aşkı, yas’ı ve aidiyeti aynı dokuda buluşturan güçlü bir kültürel simgedir.
Kürt kültüründe tülbent sadece giyim unsuru değil; kadının duygusal durumunu ve yaşını da yansıtır. El oymalı her bir tülbent, onu ören kadının hayat hikâyesinden bir parça taşır. Bazı köylerde tülbentlerin kenarına ipek iplikten oya yapılır; kimi zaman boncuklarla, kimi zaman küçük pul işlemeleriyle süslenir. Bu el emeği, kadınlar arasında bir maharet göstergesi sayılır. Evli kadınlar genellikle koyu renkli veya süslemeli tülbentler, dul kadınlar oyasız tülbentler, bekâr genç kızlar daha açık renkli ve işlemeli tülbentler, yaşlı kadınlar ise sade, koyu renkli tülbentler kullanır. Diğer bir deyişle tülbent kadınların toplumsal konumlarını, medeni hallerini tanımlama aracı görevini de yerine getirmektedir.
Rengi, bağlama biçimi veya üzerindeki oya; kadının iç dünyasındaki duyguları, yasını ya da sevincini ifade eder. Son yarım asırda köyden şehre, doğudan batıya gerçekleşen göçler sebebiyle her ne kadar geleneksel kıyafetleri, günlük yaşamdan uzaklaştırsa da tülbent kültürü varlığını koruyor. Kürt kadınları, özel günlerde, düğünlerde ve kültürel etkinliklerde hâlâ geleneksel tülbentlerini takıyor. Kürtlerde tülbent, bazen sözsüz iletişim aracı olarak da kullanılır: Genç bir kız sevdiği erkeğe beyaz tülbent hediye ederse bu, “duygularım karşılıksız değil” anlamına gelir. Kara tülbent takmak, yas veya acı durumunu gösterir. Bizim coğrafyamızda tülbent, bazen sevincin sembolü, bazen de acıların örtüsü olmuştur. Bu yönüyle tülbent, Kürt kadınının konuşmadan anlattığı bir hikâyedir. Kürt kadınının tülbentti; geçmiş ile bugün, gelenek ile kimlik, acı ile umut arasında örülmüş bir köprü gibidir. Her rengi, her ilmeği bir anlam taşır. Bu yüzden tülbent, Kürt kültüründe sadece bir giyim unsuru değil, bir yaşam biçimi, bir sessiz şiirdir.
Doğup büyüdüğüm memleketim Kars çok kültürlü olduğu kadar, çok dilli bir diğer taraftan da inanç özelinde farklı dinlere ve mezheplere mensup insanları içine alan kadim bir şehirdir. Farkındalıkların yüzyıllardır birlikte yaşadığı Kars’ta tülbent; soğuğun içinde ısınan bir gelenek olarak kadınların başında dalgalanan sadece bir örtü değil; yüzyıllardır süregelen her kimlikte kendine yer bulan önemli bir sembol olarak hayatımızda yer almaktadır. Sert iklimiyle yoğrulan bu topraklarda, tülbent; hem kadın zarafetinin bir ifadesi hem de kültürel direncin sessiz tanığıdır. Kars’ın uzun süren kışları ve keskin rüzgârları, tülbenttin sadece bir kültürel değil, işlevsel bir unsur olmasına da yol açmıştır. İnce ipek ya da tül dokumalar, genellikle yünlü başörtülerle birlikte kullanılır. Kadınlar, başlarını önce bir bezle örter, üzerine renkli tülbentlerini bağlar.
Bu hem sıcak tutar hem de tülbenttin estetik görünümünü korur. Köy yaşamında tülbent, tarlada, tandır başında veya yaylada günlük işlerde bile eksik edilmez. Bu, sadece alışkanlık değil; “örtünmek kadar süslenmek de kadının onurudur” anlayışının bir yansımasıdır. Rüzgârla dalgalanan her tülbent, bir annenin duasını, bir gelinin umudunu, bir genç kızın hayalini taşır. Kars’ta bir genç kız evleneceği zaman, yakın kadın akrabaları yada komşuları tarafından tülbent işlenir. Her kadın kendi motifini işler ve gelin adayına hediye eder. Düğünlerde gelin, beyaz tülbentle örtülür; bu tülbent, evlilikle birlikte yeni bir hayata geçişin işaretidir. Bizim oralarda tülbent; her kadın için geçmişin izlerini geleceğe taşıyan, soğuğun içinde bile sıcaklığını koruyan bir kültürel mirastır. Çalışmanın buraya kadar olan kısmı akademik bir yazı gibi görünse de bundan sonra ki bölüm yaşanmışlıkların kaleme alınmasından ibarettir. Birçok yerde olduğu bizim diyarlarda da aileler evlenme çağına gelen evlatlarını yuva kurmaları için bir an önce evlendirmek isterler.
Doğduğumuz coğrafyada aşiret bağları oldukça sıkı olduğundan köylerimizde akraba evlilikleri aynı şekilde çoktur. Bunun o kadar çok nedeni var ki yazmakla bitiremeyiz. En önemlilerinden bazıları şöyledir. Aşiret soyun devamlılığı, toprakların bölünmesine engel olmak, iyi ve kötü günlerinde ve karşılaştıkları problemlerde birlikte hareket etme olanağı, şehirlerin ürkütücü kalabalığı, Türkçe bilmemenin ve okuryazarlığın olmamasında ötürü ötekileştirme korkusu gibi birçok neden sıralanabilir. Bizim oralarda özellikle amcaoğlu ve amcakızı ile yapılan evlilikler sembolik bir öneme sahiptir. Ayrıca kız ve erkek çocuklarını evlendirirken büyükten küçüğe doğru bir sıra güdülür.
Eğer küçük kız, büyük kızdan önce evlendirilirse, büyük kızın evde kalmasına neden olan bir durum ortaya çıkar bu durumda pek kabul görmez. Büyük kız dururken, küçük kızın evlendirilmesi, toplumsal itibarın kaybı nedeniyle kimsenin düşünebileceği bir durum değildir. Bundan 25-30 yıl önce evlilikler, çok yaygın bir biçimde görücü usulü ile yapılmaktadır. Dolayısıyla aileler evlenecek eşlerin seçimi üzerinde tek söz sahibi idiler. (Son yıllarda değişen koşullarla birlikte görücü usulü ile evlilik neredeyse yoktur.) Bölgemizde tarihin her döneminde çokça kendinde bahsedilen evlenme biçimlerinden biride ‘KIZIN TÜLBENTİNİN KAÇIRILMASI’ sonrası yapılan evlilik yada hüsran.
Bu yöntem çok hoş karşılanan bir yöntem olmamakla birlikte yüzyıllar boyunca devam etmiş şimdilerde bile bazı köylerde halen devam etmektedir. Kız ve erkeğin birbirlerini sevmelerine rağmen ailelerinin evliliğe rıza göstermemesi, yada erkeğin kızı sevmesi kızın buna rıza göstermemesi sonucu gelişen bir yöntemdir. Benim köyümüzde tanık olduğum bu yöntem genellikle çeşme başında erkeğin kızın başörtüsünü alı koyması ile başlar. Tülbenttin kaçırılması sonrası oğlanın ailesi kızı istemeye rıza gösterip ister ve kızın ailesi razı olursa örfi adetlere göre damadı cezalandırmak amacıyla erkek tarafından normal zamanda alınan başlık parasından daha fazla başlık istenilir ve olumlu olması halinde sorunsuz bir şekilde evlilik gerçekleşir. Ancak kızın kendisi yada ailesi razı olmayıp vermezse, oğlan tarafı büyük bir sorun ile karşı karşıya kalmış demektir. Önce oğlanın aşiretinin ileri gelenleri barış için arabuluculuk yapar. Eğer olumlu bir sonuç elde edilmesi başka aşiretin ağası yada akil insanları kız evine gider. Bunun üzerine barış görüşmeleri başlar. Kızın rızası olmadığı için kaçırılan tülbent biranda NAMUS meselesi olarak başka bir evreye dönüşür. Kız tarafı ‘KİRLETME’ sığ düşüncesiyle konuyu başka mecralara çekerek adeta savaş ilan eder veya olası bir barış için çok ağır şartlar öne sürer. Aracılar vasıtasıyla kız ailesi yüksek miktarda para, altın, hayvan ve silah talebinde bulunur. Ayrıca kız tarafı maddi unsurlara rağmen barışa rıza göstermiyorsa, oğlan tarafından kız tarafına oğlanın kız kardeşi varsa kız kardeşi yoksa yakın akrabalarından biri verilir. Bunca şeye rağmen kız tarafı bu olayı gururuna yediremez ise bu kez namusumuzu temizliyoruz diye şiddet eylemine başvurur. Ve maalesef bu tür süreçler birçok gencin ömrünün baharında gözlerini hayata yummasına vesile olmuştur.
Kimi zamanda bazı aileler, aileye leke sürdüğü gerekçesiyle barışmış olsalar dahi kızlarını affetmezler, kızlarına karşı kırgınlıkları devam eder. Bazı kinli aileler ise tamamen kızlarını reddederler ve hiçbir şekilde barışmaya yanaşmazlar hatta bu durum kızın kaçtığı kişiyi öldürmekle dahi sonuçlanabilmektedir. Kürtlerde eskiden aşiretler arasında bir kavga çıktığında ailelerden bir kadının çıkıp tülbendini yere atması kavgayı sonlandırırdı.
Kadının tülbentini yere atması kültürümüzde; "Ben hepimiz için felaket olan bu kavga yüzünden hayamı açık ediyorum. Mahremim olan saçlarımı ortalığa saçıyorum. Sizde mertlik varsa mahremime saygı gösterir, kavgaya son verir, arkanızı döner evinize gidersiniz" anlamına gelir. Tıpkı beyaz bayrağın ateşkesi simgelemesi gibi tülbent de Kürt toplumunda geleneksel olarak ateşkes çağrısının sembolüne dönüşmüştür. BARIŞ simgesi olan TÜLBENT ne yazık ki namusun kadın kimliği üzerinden sembolleştirildiği bu coğrafyada nice gençlerimizin canlarına sebep oldu.
‘‘Sevginin gücü, güce olan sevgiyi yendiğinde, dünya barışı tanıyacak. Jimi Hendrix ’’


 
                 
                 
                 
                 
                 
                