FİLİSTİN
İnsanlık tarihinin en eski yerleşim yerlerinden biri kabul edilen Filistin, adını M.Ö. 12. yüzyılda buraya göç yoluyla gelen Filistlerden almaktadır.
Dr. İmbat Muğlu
-İnsanlık tarihinin en eski yerleşim yerlerinden biri kabul edilen Filistin, adını M.Ö. 12. yüzyılda buraya göç yoluyla gelen Filistlerden almaktadır. Verimli toprakları, sahip olduğu stratejik konum ve farklı inançlar açısından taşıdığı önem sebebiyle tarih boyunca pek çok kavim, devlet ve topluluğun hakimiyet kurmak istediği başlıca bölgelerden biri olmuştur.
M.Ö. 1200’lerde Mısır’da Firavun zulmünden kaçarak Hz. Musa öncülüğünde bölgeye gelen İsrailoğulları M.Ö. 11. Yüzyılda ilk İsrail devletini kurmuşlardır. Bu ilk İsrail devletinde Talut’un yerine geçen Hz. Davud ve daha sonra oğlu Hz. Süleyman dönemleri krallığın altın çağı olmuş, daha sonra devlet önce ikiye ayrılmış, bunlardan İsrail M.Ö. 721’de Asurlular tarafından, Yahuda Krallığı ise M.Ö. 586’da Babilliler tarafından yıkılmıştır. Bu esnada bölgedeki Yahudiler de Filistin’den sürülmüştür. İlerleyen dönemlerde bölge M.Ö. 6.-4. yüzyıllar arasında iki asır Perslerin hakimiyetinde kalmış, bu dönemde sürülen Yahudilerden bir kısmı geri dönerek, Hz. Süleyman tarafında yapılan ve Babil istilasında yıkılan Süleyman Mabedi’ni ve şehir surlarını tekrar inşa etmişlerdir.Perslerden sonra bölgede Büyük İskender, daha sonra da Helenistik krallıklardan Mısır’daki Ptolemaioslar ile Suriye’deki Selevkoslar hâkimiyeti ele geçirmiştir. M.Ö. 63 yılında ise Filistin bu kez Roma İmparatorluğu tarafından işgal edilmiştir.
Böylece Hz. Ömer zamanında İslam ordularınca fethedilişine kadar Filistin’de önce Roma, devletin ikiye ayrılışından sonra da Bizans hâkimiyeti devam etmiştir. Bu dönemde önce Yahudiler bölgeden sürülerek şehir Roma kimliği ile inşa edilmiş, 312 yılında İmparator Konstantinos’un Hristiyanlığı devletin resmî dini olarak kabul etmesinden sonra da Kudüs Hristiyanlık için kutsal kabul edilerek dinî yapılarla donatılmıştır. Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa ve Hz. Peygamber’in miraç hadisesi sebebiyle İslamiyet’in başlangıcından itibaren Müslümanlar için kutsal kabul edilen Kudüs ve dolayısıyla Filistin coğrafyası, her dönemde İslam tarih ve medeniyetinin kilit noktalarından birisi olmuştur. Hz. Ömer’in hilafeti esnasında gerçekleşen fetihten sonra Filistin Emevîler, Abbasîler, Ihşidîler, Tolunoğulları, Fatımîler ve Suriye-Filistin Selçuklu Devleti gibi pek çok İslam devletinin hakimiyeti altında kalmış, 1099 yılındaki Haçlı istilası ise Selahaddin-i Eyyubî’nin Kudüs’ü tekrar fethettiği 1187 yılına kadar devam etmiştir. Selahaddin-i Eyyubî’nin vefatından sonra çıkan karışıklar neticesinde Kudüs 1229’dan itibaren 15 yıl gibi kısa bir süre tekrar haçlı kontrolüne geçmiş, ancak 13. yüzyılda Memlüklüler tarafından tüm Filistin toprakları parça parça kurtarılmıştır.
Filistin, Yavuz Sultan Selim tarafından 1516 yılında Osmanlı topraklarına katılmış ve 1. Dünya Savaşı sonrasında kaybedildiği 1918 tarihine kadar 4 asır Osmanlı hâkimiyeti altında kalmıştır. Çalkantılı geçen binlerce yıllık tarihinin ardından Kudüs ve Filistin toprakları Osmanlı hâkimiyeti altında farklı dinî ve etnik kökene sahip insanların barış içerisinde yaşamıştır. Osmanlı döneminde Filistin idarî olarak Şam eyaletine bağlı Kudüs, Gazze, Nablus ve Safed sancaklarına ayrılmış, ayrıca doğrudan merkeze bağlı emirlikler de olmuştur. 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan Siyonist hareket, Filistin coğrafyası açısından son derece kritik bir sürecin hazırlayıcısı olmuştur.
Theodor Herzl tarafından organize edilen ve 1897 yılında Basel’de gerçekleştirilen 1. Dünya Siyonist Kongresi’nde, Yahudilerin Filistin’de hukukî güvence altında bir yurt edinmesi amaçlanırken, bu tarihten itibaren başlayan düzenli göçlerle 1881 yılında 15 bin civarındaki Yahudi nüfus, 1914’te 40 bine yaklaşmıştır. Bu süreçte Siyonistler, önce padişah 2. Abülhamid ile görüşerek Filistin’den toprak satın almayı ve Osmanlı’nın dış borçlarını ödemeyi teklif etmiş fakat bu teklif kabul edilmemiştir. Filistin için yaklaşmakta olan Siyonist tehlikeyi gören Sultan Abdülhamid, Yahudilerin Filistin’den toprak satın almasını yasaklamak, dinî ziyaret için gelenlere geçici izin vermek ve vize uygulaması gibi girişimlerde bulunmuş, ancak zulümden kaçan Yahudilerin Osmanlı topraklarına gelmelerine ise izin vermiştir.Birinci Dünya Savaşı yıllarında Filistin, Fransa ile İngiltere arasında imzalanan ve savaş sonrasında Ortadoğu’nun paylaşımını öngören Syces-Picot Antlaşması’nda belirsiz bırakılmış, 1917 yılında İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour tarafından Siyonist hareketin önde gelen ismi Baron Walter Rothschild’e hitaben kaleme alınan deklarasyonla Filistin topraklarında Yahudilere bir vatan kurulması vaad edilmiştir.
Filistin’deki Osmanlı varlığı Eylül 1918’de sona ererken, deklarasyona savaş sonrası imzalanan Sevr Antlaşması’nda da yer verilmiştir. İngiltere 1920 yılında Filistin’de bir manda idaresi kurmuş ve bu idare 1922 yılında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilmiştir. 1929 yılında Zürih’te toplanan 29. Siyonist Kongresi’nde ise Balfour Deklarasyonu’nda geçen “Milli Yuva” ifadesinin “Yahudi Devleti” anlamına geldiği tanınmıştır. 1930’lu yıllarda Almanya’da işbaşına gelen Nazi yönetimince başlanan ve 2. Dünya Savaşı yıllarında devam eden uygulamalar Filistin’deki Yahudi nüfusunu arttırırken, İngiltere tarafından eğitim ve silah yardımı ile desteklenen Haganah, Irgun ve Stern gibi örgütlerin gerçekleştirdiği terör eylemleri ile Filistin halkı adeta soy kırıma uğratılmış ve yurtlarından sürülmüştür. Müslümanların İngiliz manda yönetimine ve Yahudi terör örgütlerine karşı İzzeddin El Kassam, Emin El Hüseynî gibi isimlerin liderliğinde sürdürdüğü mücadele parçalı ve yetersiz kalırken, Siyonist hareket yıllar içerisinde daha organize ve komplike bir politika izlemiştir. 2. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda Filistin’deki durum daha da kötü bir hal almış, İngiltere durumu BM’ye taşıyarak İsrail Devleti’nin kuruluş sürecini başlatmıştır. 1947 yılında yapılan taksimat planı da Yahudilere nüfuslarıyla kıyaslanmayacak ölçüde büyük ve verimli topraklar vermiş, İngiltere de manda yönetimini sonlandıracağını açıklamıştır.
Taksimata göre Filistin’in Kudüs hariç altı bölgeye ayrılmasını, bu bölgelerden üçünün Müslümanlara üçünün de Yahudilere verilmesini, Kudüs’ünse uluslararası statüde tutulmasını öngörmüştür. Siyonistler bu taksim planın kabul ederek derhal kendilerine verileceği söylenen bölgeleri işgal etmeye başlamış ve İngiltere’nin Filistin’den çekileceği gece yani 15 Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilan etmişlerdir. Bağımsızlık ilanından saatler sonra Arap Birliği İsrail’e savaş ilan etmiş, Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan ve Irak orduları İsrail karşısında kısmî başarı kazanmışsa da, ilerleyen günlerde Batı devletlerin İsrail’e destek vermesi ile savaşın seyri değişmiş, İsrail kaybettiği toprakların da ötesinde Filistin’de yeni topraklar da işgal etmiştir. Savaş sonrasında Filistin’deki Yahudi nüfusu daha da artarken, Filistinli Müslümanların başta komşu ülkeler olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerine yönelen göç süreçleri ile bugün hala devam etmekte olan dünyanın en büyük mülteci sorunu baş göstermiştir. Ayrıca 23 Ocak 1950’de İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesi de ikinci bir uluslararası krize yol açmıştır.
Böylece İkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda, yüzlerce yıllık vatanlarından koparılma süreçleri başlayan ve mülteci durumuna düşmeye başlayan Filistin halkı, 1950’li yıllardan itibaren mücadele ve bağımsızlık hareketlerine hız vermiştir. 1958 yılında Yaser Arafat tarafından kurulan El-Fetih, Filistin için bu anlamda bir milat olarak değerlendirilebilir. 28 Mayıs-3 Haziran 1964 yılında Kudüs’te gerçekleştirilen ve başkanlığını Ahmet Sukayrî’nin yaptığı kongre ise Filistin’in ilk millî meclisi kabul edilmektedir. Kongrede kabul edilen sınırlar ve kararlar çerçevesinde merkezi Kahire’de olmak üzere kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü ile El-Fetih arasında ciddi bir rekabet baş göstermiştir. 1965 yılından itibaren El-Fetih silahlı mücadeleye başlarken, İsrail’in 5 Haziran 1967’de başlattığı ve birkaç gün içerisinde pek çok yeni toprağı işgal ettiği Altı Gün Savaşı, Mısır, Suriye ve Ürdün’ün büyük yenilgisi ile sonuçlanmıştır. İsrail böylece hem yeni topraklar kazanmış, hem çevredeki Arap devletlerine karşı psikolojik üstünlüğü ele geçirmiştir. Bu süreçte BM’nin İsrail’e yönelik kararları da uygulanmamış ve savaş yüzbinlerce yeni Filistinli mültecinin oluşmasına yol açmıştır.Bu tarihten itibaren İsrail’e karşı yürütülen silahlı mücadele çok daha ciddi bir şekilde ele alınmış, 1969 yılında El-Fetih ve Filistin Kurtuluş Örgütü birleştirilerek Yaser Arafat örgütün başına getirilmiştir. 1969 yılında ise hem BMGK hem de İslam Konferansı Örgütü aldıkları kararlarla İsrail’in Kudüs’teki işgalci varlığını sona erdirmesi ve Kudüs’e eski statüsünün verilmesi gerektiğini açıklamışlardır. 6 Ekim 1973 tarihinde gerçekleşen üçüncü Arap-İsrail Savaşı’ndan kazançlı çıkan taraf yine İsrail olmuş, savaş sonrasında dönemin ABD Dışişleri Bakanı H. Kissinger tarafından sürdürülen diplomasi trafiği ile İsrail Suriye ve Mısır’dan aldığı toprakların bir kısmından çekilmiş, Batı Şeria konusunda ise FKÖ devre dışı bırakılarak müzakere süreci Ürdün ile yürütülmek istenmiştir.
Bunun üzerine harekete geçen FKÖ 10 Haziran 1974’te bir siyasi program yayımlayarak temel amaçlarını sürgündeki Filistin halkının vatanlarına dönmesi, Filistin topraklarının kurtarılması ve bağımsızlığına milli bir otoritenin kurulması olarak açıklamıştır. Eylül 1974’te Arap Birliği, Kasım 1974’te Birleşmiş Milletler, FKÖ’yü Filistin halkının resmî temsilcisi olarak tanımıştır. BM’nin 22 Kasım 1974 tarihinde alınan 3236 ve 3237 sayılı kararları ile Filistin halkının selfdeterminasyon, millî bağımsızlık ve Filistin içinde hâkimiyete sahip olma hakları tanınarak, örgüte Birleşmiş Milletler’in bütün toplantılarında bulunmak üzere gözlemci statüsü verilmiştir.1970’lerin sonlarında ABD’nin arabuluculuğunda Mısır ve İsrail arasında barış müzakereleri başlamış ve Mart 1979’da imzalanan antlaşma ile Mısır, İsrail Devleti’ni tanıyan ilk Arap devleti olmuştur.
Bu gelişme üzerine Arap Ligi, Mısır’ın üyeliğini askıya alarak birliğin merkezini Tunus’a taşımıştır. Antlaşmayı imzalayan dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ise 1981’de suikaste uğrayarak hayatını kaybetmiştir.1982 yılında İsrail, bu kez Lübnan’daki FKÖ varlığını yok etmek üzere saldırıya geçmiş ve altı ay kadar süren saldırılar sonrasında FKÖ Lübnan’daki varlığını Tunus’a taşımıştır. Eylül 1982’de FKÖ milislerinin Lübnan’ı terk etmesinden sonra savunmasız Filistinli mültecileri hedef alan ve İsrail’in zeminin hazırlayıp Hristiyan Falanjistlerin gerçekleştirdiği Sabra ve Şatilla Katliamı’nda 3 bine yakın insan vahşice katledilmiştir. 1987 yılında Müslüman Kardeşler’in Filistin ayağı olarak kurulan HAMAS’ın başını çektiği İntifada hareketi başlamış ve tüm Filistin’e yayılmıştır. Bu gelişmeler yaşanırken 15 Kasım 1988 tarihinde Cezayir’de Filistin Devleti’nin bağımsızlığı ilan edilmiş ve bu yeni devlet 40 kadar devlet tarafından tanınmıştır. Takip eden aylarda da ABD ile Filistin arasında müzakerelere Tunus’ta başlanmıştır. 30 Ekim 1991’de İspanya’nın başkenti Madrid’de Ortadoğu Barış Konferansı toplanmış fakat herhangi bir çözüm üretilememiştir. Eylül 1993’te varılan antlaşmayla FKÖ ve İsrail Devleti karşılıklı olarak birbirlerini tanımış, Mayıs 1994’teki Kahire Antlaşması ile de geçiş dönemi düzenlemeleri yapılmıştır. HAMAS ise antlaşmanın Filistin halkına somut bir kazanım getirmediğini savunarak sürece muhalefet etmiştir. 1995 yılında ABD’de gerçekleşen görüşmelerde taraflar Batı Şeria’nın Filistin Özerk Yönetimi’ne devri hususunda antlaşmaya varmışsa da, dönemin İsrail Başbakanı İzak Rabin Kasım 1995’te İsrail’de bir Yahudi tarafından gerçekleştirilen suikastle öldürülmüştür. 2000 yılında ABD’eki Camp David’de dönemin İsrail Başbakanı Ehud Barak ile Filistin Lideri Yaser Arafat bir araya gelmiş ve nihai statü ile ilgili görüşmüşlerse de bir sonuç alınamamıştır.
Bu esnada Ariel Şaron’un Mescid-i Aksa’ya provokatif bir ziyaret düzenlemesi üzerine Eylül 2000’de İkinci İntifada başlamıştır. 2001 yılında İsrail Başbakanı olan Ariel Şaron Yaser Arafat ile görüşmelere devam etmeyi reddetmiştir.2000’li yıllar İsrail Devleti’nin Filistin topraklarında sürdürdüğü işgal ve soykırımın zirve yaptığı yıllar olmuştur. Mart 2002’de “Koruyucu Duvar Operasyonu” ile Batı Şeria’da ayırıcı bir duvar inşa edilmeye başlanmış, 2004 yılında HAMAS liderleri Şeyh Ahmed Yasin ve Abdülaziz El-Rantisi şehid edilmiştir. Aynı yıl vefat eden Yaser Arafat’ın yerine gelen Mahmud Abbas ise Filistin Ulusal Yönetimi Devlet Başkanı görevini 9 Ocak 2005 tarihinden bu yana sürdürmektedir. 2006 yılında yapılan seçimleri HAMAS’ın kazanması ise gerek Filistin’de gerek uluslararası kamuoyunda hareketliliğe sebep olmuş, ABD, İsrail ve pek çok Avrupa devleti Filistin’e olan tavrını daha da sertleştirmiş, HAMAS ile El-Fetih arasında da çatışmalar yaşanmıştır. 2007 yılında HAMAS ve El-Fetih arasında mutabakat sağlanarak yeni hükümet kurulmuşsa da, 2007 Haziranında Mahmud Abbas Gazze ve Batı Şeria’da olağanüstü hal ilan ederek kabineyi feshetmiştir. Bu süreçte Gazze artık giderek bir açık hava hapishanesine dönüştürülürken, Filistin’de yaşam şartları giderek zorlaşmış, yoksulluk ve işsizlik çok yüksek oranlara ulaşmıştır. Sürdürülen ambargolar dünya coğrafyasına yayılmış milyonlarca Filistinliye yenilerini eklemeye devam etmiştir.
Böyle bir ortamda Aralık 2008’de başlayan ve bir ay kadar devam eden Gazze saldırılarında yaklaşık 1.500 kişi hayatını kaybederken, 5.500 kişi yaralanmış, 20 binin üzerinde bina yıkılmış, sanayi tesisleri, okullar, hastaneler ve tüm altyapı tahrip edilmiştir. İsrail sivil halkı hedef alan bu saldırılarda, konvansiyonel silahların yanı sıra fosfor bombası gibi uluslararası hukuk tarafından savaş ve insanlık suçu kabul edilen silahlar da kullanmıştır. Gazze’ye uygulanan insanlık dışı ambargo nedeniyle dünyadan yükselen tepkiler, 2010 yılı Mayıs ayında uluslararası bir filo oluşturulmasını sağladı. Başta Türkiye’den olmak üzere dünyanın 35 farklı ülkesinden 700’ü aşkın gönüllü Mavi Marmara gemisinin de bulunduğu özgürlük filosu ile Gazze’ye uygulanan ablukayı delmek üzere yola çıktı. Ancak Gazze kıyılarına yaklaşıldığı 31 Mayıs sabahı Siyonist rejim ordusunun saldırısıyla 10 kişinin şehit olduğu büyük bir trajedi yaşandı. İsrail Gazze’ye yönelik benzer bir vahşeti 2014 yılında bir kez daha göstermiş, binlerce ev ve işyerinin yerle bir edildiği saldırılarda, BM’ye ait olanlar da dahil olmak üzere eğitim yuvaları, camiler, hastaneler, santraller tüm dünyanın gözü önünde bombalanmış, 2 binin üzerinde sivil yaşamını yitirirken 10 binden fazla insan yaralanmıştır.
İsrail Devleti Filistin toprakları üzerindeki hukuk tanımayan uygulamalarına her geçen gün yenilerini eklemektedir.[1] Tarih yaprakları 7 Ekim 2023’ü gösterdiğinde Hamas'ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, İsrail'e yönelik "Aksa Tufanı Operasyonu"nu başlattı. Bu saldırıdan saatler sonra İsrail Başbakanı Netanyahu, "Savaştayız." açıklamasını yaptı. İsrail, Hamas'a savaş ilan ederken, Gazze'ye hava saldırıları başlattı. İsrail'in Gazze'ye saldırılarında 8. günde 2,500 Filistinli vefat ederken, Hamas'ın saldırılarında ise 1300 İsrailli öldü. Ölenlerin çoğu savunmasız çocuk, kadın ve yaşlılar…İsrail bu topraklarda 75 yıldır zulüm yapmaktadır. Ve bu satırları yazarken İsrail ordusu Mescid-i Aksa dahil işgal girişimleri, Filistinlilere ait topraklarda kurulan yeni yerleşimler, sivilleri hedef alan askeri operasyonlar ve Gazze’de devam etmekte olan insanlık dışı abluka ile Filistin halkının yüzlerce yıllık vatanlarından tamamen kopartılmaları hedeflenmektedir.
[1] https://www.insamer.com/tr/ulke-profili-filistin/